“Benim sevgili ağabeyim,
Bu mektubu ne kadar senin odana bıraksam da ilk okuyanın sen olmasını ummaktan başka bir seçeneğim yok. Bu nesilden nesle aktarılan, acının perde gibi örtülü olduğu yaşaması imkansızlaşan bastırılma kaderinde zincirlerini kırabileceğini düşündüğüm benden sonraki ilk kişisin. Her zaman uslu ve örnek alınması gerekilen bir ağabey oldun. Annemlerin her yerde seni örnek göstermesi benim için bir kıskançlıktan öte sen olma idealini doğururdu. Hiç baş kaldırdığını, sorumluluklarını keyfince yerine getirmemezlik yaptığını görmedim. Sen olma isteğim gün geçtikçe arttı; çünkü senin aksine ben asla uslanmaz, söz dinlemez, iş bilmez çocuktum. Ağzımdan çıkan her söz babamlar için bir itirazdı, davranışlarım ne ailemizi ne beni temsil ediyordu. Saatlerce azar işitmek, kendimi çaresizce çırpınırcasına anlatmaya çalışırken susturulmak, büyük ama yalnızlığı en derinlerinde hissettiren karanlık odalara kapatılmak, benim senin yıldızlarla kaplı gökyüzünde ölmeye mahkûm olan, birkaç kayan meteor parçasından başka bir şey değildi. Sen olmak hayatımı kolaylaştırabilirdi. Gitmeden bir gece önce, topladığım eşyalarımdan biraz da olsa boşalmış odamın, üstü arkadaşlarıma yazdığım mektuplarla dolu olan masasında bu kadar kasvet içinde olmak ve bir süre sonra tekrar okusam yazdığımdan utanacağım şatafatlı cümleler kurmak en azından bu şehirden gitmeden önce senin için yapabileceğim son şey. Sen, sevgili ağabeyim, günlerini kitaplar okuyup şiirler yazarak geçiren bir kont adayısın. Sana hak ettiğin gibi bir veda mektubu yazmam gerekirdi. Nihayetinde, sen ve ben aynı travmaların farklı tepkileriyiz. Belki bu yazdıklarım bir gün senin de ki bunu umutla bekliyor olacağım, kafesinden kaçabilmeni ve herkesten sakladığın, hayalini kurduğun geleceğe uçmanı sağlar.
Ben, doğumundan itibaren yetiştirilme amacı bir dükle, şanslıysa İmparatorluğun Prensi ile evlenmek olan; altın kaşıkla doğmuşsa Kralın metresi olmakla “onurlandırılabilecek” güzel, donanımlı ve yetenekli bir genç hanımefendiyim. Savunduğum yeni kan ideaların, ruhumu boyaya yüzümü tuvale çevirerek çizdiğim resimlerin; bir erkek köylü gibi yalın ayak, bir sokak kadını gibi şehvetle ettiğim dansların savaşını vermeseydim elbette ailemizin soyunu ve sevgili babamızın ismini daha da onurlandırabilirdim. Lakin beni yirmi yıldır tanıyorsun ağabeyciğim. Kendim gibi olamayacaksam, asla var olamayacağımı en iyi sen biliyorsun. Ben bir sanatçı olmak istiyorum, bir zanaatkar belki hatta bir taşralı diyecek kadar ciddiyim bu konuda! Sabah akşam fark etmeksizin her yemekte onların gündelik işleriymiş gibi beni çekiştirmeleriyle başlayıp tartışmalarımızla devam eden ve birinin masadan kalkmasıyla son bulan bu boğucu döngü katlanamadığım bir noktaya geliyordu.
Bu mektubu yazdığım geceden iki gece öncesi yine bir tartışma masamıza misafirdi. Babamın benim bencilliğim hakkındaki konuşması esnasında kafamı çevirip senin suratındaki daha önce hiç görmediğim dalgınlık ifadesi tam da her zaman sen olma isteğiyle yanıp tutuşan ben için iyi bir fırsat yaratmıştı. Sen oldum, sesimi kıstım ve zalim kaderimi kabullenirmişçesine her söylenene kafamı salladım. Oysaki bu babamda ve annemde ters bir etki yaratarak bu sefer de saygısızca onlarla dalga geçtiğimi düşündürttü. Sen rolünden çıkıp tekrar söz hakkı edinmeye çalışırken yine susturuldum. Babam öfkeden köpürmüş üzerime yürürken ben odanın diğer köşesinde ayakta durmuş öylece olanları izleyen senden gözlerimi alamadım. Yüzünde öncesinde gördüğüm donukluk ifadesi zannettiğim gibi babamlardan bir kaçış taktiği değil, aksine içindeki senle zıt giderek istemediğin hayatı kendine kabullendirmeye çalışmanın dışarıya vurmasıymış. O an kanımın olağanüstü bir hızla damarlarımdan aktığını hissettim. Ensem ve alnımdaki sıcaklık beynimdeki fark ediş patlamasının kalıntılarıydı. Seninle geçirdiğim tüm zamanları o saniyelerde tek tek aklımdan geçirdim. Küçük ipuçları, ayrıntılarda gizlenmiş fikirler, söz gelimi verilen örnekler… Bir şeyler. Senin de özünde benim gibi olduğunu daha erken fark ettirecek herhangi bir şey. Her birini tek tek anladım, zihnimde yankılanan sesin göğsümü hızla indirip kaldırıyordu. Karşımdaki babam ve arkasından gelen annem gözüme birer canavar gibi geldi. Öz çocuklarının hayallerini ve özgürlüklerini, kan avcısı korkunç Kont Drakula gibi emen canavarlar. Dayanamadım. Her seferinde bastırılan sesimizi yükseltmemiz gerekiyordu. Babam elini kaldırmışken eline vurmak, sesimi daha da yükseltmek ve geri alamayacağım kırıcı sözler söylemek bunun ilk adımı oldu. Ben salondan çıkarken gözlerimizin kesişmesini bekliyordum. Öyle de oldu, bana şaşkınlıkla baktın.
O gece yatmadan hemen önce karar verdim gideceğime. Sonraki gün ne annemler beni odamdan çıkarmaya çalıştı ne de ben dışarıya çıkmayarak bir yaşam belirtisi gösterdim. Bu benim de işime geldi, alabildiğimce fırçalarımı, kağıtlarımı, nota kağıtlarımı doldurdum tek bir valize. Bu sabah da beni gizlice buralardan götürebileceğine güvendiğim bir dostla anlaştım. Sana yazdığım bu mektup son mektubum olacak, ardından güneşin doğmasına yakın bu ülkenin sınırlarından çıkarak yeni hayatıma başlayacağım.
Lütfen bunun bir veda olduğunu düşünmeyelim ağabeyciğim. Benim için asla yok olmayacak bir değere sahipsin. Bu zamana kadar mavi gözlerinin içindeki okyanusta dibe battığını fark edemediğim için özür dilerim. Sana gideceğimden bahsedemezdim çünkü biliyorum ki kendi isteğin olsun olmasın beni takip ederdin. Bense senden bunu istemiyorum. Özgür yaşayabileceğin bir dünya yaratmak için kendini harekete geçirmeni istiyorum. Bu koca surların ardında bizi neyin beklediğini bilmiyoruz ama dünya ikimizin de olduğu gibi yaşayabileceği kadar büyük, bundan eminim.
Bir bakıma hiçbir zaman sen olamadım çünkü bildiğimi düşündüğüm kişi senin takındığın maskeden başka bir şey değildi. Bunu bilmek beni rahatlatıyor, çünkü içten içe sakladığın benliğindeki sen olduğumu artık anladım. Umarım sen de bir gün sen olabilirsin. Ailemizi ne kadar sevsen de ilk sevmen gereken kişi sensin. Seni tüm kalbimle destekliyor olacağım.
Her zaman biricik kardeşin,
Eliza”
Yorumlar