İçerik Resmi

Ölmeye Vakti Olmayan Bir Adam


favorite 0 visibility 1 bookmark 0



Huzurlu bir aralık sabahıydı.


2018 yılı sadece beş gün sonra geleceğini duyurmuş olsa da son güne kadar kimse yeni bir yaşamı ilke edinmeyi düşünmezdi. Bu beş gün öylesine yaşanırdı. Dünyanın nimetlerinden yararlanma dorukta olur, yeni yılın karşılanması her 365 günde bir daha da şatafatlanırdı. Dünyanın birçok yerinde insanlar batıl inançlarıyla yeni yıla anlamlar yüklemeyi severdi. Yeni yıl, yeni bir düzen, yeni bir sayfa, yeni bir ben. Bırakmaları gerektikleri kötü alışkanlıkları son güne kadar devam ettirir, tek bir gecede tamamen arınacaklarını düşünerek yeni yıla uyanırlardı. Büyük aileler yılbaşı gecesi daha da büyürdü. Yaşlılar bile yeni yıldan bir şeyler istemeye devam ederlerdi. Çiftler sonsuz aşk beklerdi. Herkes yılın son dakikalarında dileklerini sunarlardı. Para, sağlık, aşk, meslek, mutluluk…. Tam bir yıl önce de bu şeyleri dilediklerini unutmuş, tekrardan umutlarını bir yıla bağlamaya başlarlardı.


Elbette bu son beş gün öğrencileri hiç mi hiç alakadar etmiyordu. Okul hala okuldu. Tek bir gün tatil oluyordu, bu da yılın ilk günü. İlk günden tatil olacaksa yeni bir yaşam tarzı edinmeye çalışmanın amacı neydi? Genç yetişkinler son günlerini eğlenceli partiler ve unutulmaz anılarla geçiriyorken bazılarının yapması gereken ödevleri ve yetiştirmesi gereken projeleri vardı.


Bu, Buğra için de geçerliydi. 16 yaşındaki lise öğrencisi çocuğun aklından geçen tek şey iki gün sonra olacağı sınavdı. Üstelik sınav olacağını bu sabah öğrenmişti. Hocaları Saltuk, sınıfa girdiği an sınavdan sadece laf arasında söz etmiş, sonrasında dersine kaldığı yerden devam etmişti. Buğra’nın şaşkın ve telaşlı hallerini bilerek görmezden geldiğini bile düşünülebilirdi. Gencin endişelerini giderense teneffüste yanına gelen arkadaşları olmuştu. Bu okulda yeniydi. Geleli 5 aydan az olmuştu. Hala öğretmenlere, çevreye ve düzene alışmaya çalışıyordu. Bu süreçte ilk haftalarda tanıştığı ve o zamandan beri yanında olan üç arkadaşına borçluydu. Pars, oldukça uzun ve büyük bir çocuktu. Görünüşü oldukça sert, neredeyse korkutucu bir yüz ifadesi vardı. Siyah asker traşı saçları, açık buğday teni ve sivri dişleriyle bir lise öğrencisi olduğunu ilk bakışta söylemek imkansızdı. Pars’ı ele veren şeyse ağzını açtığında beklediğiniz kişi çıkmamasıydı. Oldukça şakacı, düşünceli ve adaletli biriydi. Nazik bir dev gibiydi. Bir süre vakit geçirdiğinizde kendinizi gülümserken bulduğunuz biriydi.


Tuge ise onun tam tersiydi. Porselen beyazı teni, beyaza kaçan sarı saçları ve ortalamadan biraz kısa boyuyla bir oyuncağı andırıyordu. Bir erkek olmak için yüzü fazla güzeldi. Cılız değildi, çelimsiz hiç değildi. Güçlü, sessiz ve zekiydi. Çok konuşmayı sevmezdi, konuştuğundaysa fazla sembolik sözcükler kullandığından onu anlamak zor olabiliyordu. Buğra ilk aylar ne kadar anlamasa da artık alışmıştı. Son olarak gruplarının biricik kızı, Albay. Her zaman saçlarını yukarıdan toplar, mor dikdörtgen gözlüklerinin ardındaki ela gözleriyle insanlara korku salardı. Oldukça güçlü, feminen olduğu kadar maskülen takılan bir kızdı. İlk başta Buğra’yı zorbalamaya çalıştığını bile söyleyebilirdik. Sonrasında Buğra’nın cılız, küçük ve çelimsiz haline o kadar sinirlenmişti ki onu arkadaş grubuna getirmiş, diğerleriyle tanıştırmış ve Buğra’ya kendini koruması için taktikler bile vermişti. Üç arkadaşın her biri de dövüş sanatları kulübündeydi. Pars boksta, Tuge tekvandoda ve Albay kickboksta kendilerini geliştiriyordu. Her biri Buğra’ya kendi branşlarını öğretmeye başlamış, sonucunda hepsinde doğuştan yetenekli olan bu çocuğu aralarına alarak onunla arkadaş olmuşlardı. Buğra mutluydu. Üç arkadaşı da oldukça iyi kalpli ve eğlenceli insanlardı. Her zaman yardım eden, onu düşünen kişilerdi.


Bir de sınıf öğretmenleri Saltuk Hoca vardı. Ah, bu adam. Bu adam, şimdiye kadar gördüğü hiçbir öğretmen gibi değildi. Yirmilerinin sonunda olan, birkaç yıl önce öğretmenliğe başlamış bir enerji topuydu. Evet, enerji topu. Adam her an koşuyor, öğrencilerle teneffüslerde top oynuyor, yüksek sesle konuşuyor, neşeyle oradan oraya zıplıyordu. Bu adam gerçekten bir yetişkin miydi? Saçları Tuge’nin sarı saçlarından bile daha açıktı. Beyaz teni ve mavi gözleriyle herkesin dönüp bir daha baktığı bir adamdı. Güneş gözlüklerinin ardından size bakarsa ruh enerjinizi bile görebilirdi. Giydiği ceketinin ardında vücut çalıştığını görmemek imkansızdı. Parstan bile uzundu. Adam bir yarı tanrı gibiydi. Bazı öğrencilerin söylemine göre o çoktan bir Yunan tanrısıydı. Tabii, Buğra ne kadar alışmaya çalışırsa çalışsın, Saltuk Hoca alışamadığı tek şeydi.  Özellikle öğretmeninin tuhaf bulduğu çok noktası vardı.


Öğretmekte şaşırtıcı derecede iyiydi. Farklı yollar ve alışılmadık örnekler verirdi. Branşının İngilizce olması derslerini şaşırtıcı derecede unutulmaz ve eğlenceli kılıyordu. Ders dışında bir yerde denk gelirseniz ve adamla sohbet etmeye kalkarsanız o kafanın içinde neler döndüğünü bilemeyebilirdiniz.


Zengindi. Oldukça zengindi. Giydiği takım elbiseler, gömlekler, bindiği araba veya çantaları… Her şey çok pahalıydı. Zaten liseleri de sıradan bir lise değildi. Prestijli, köklü ve güçlü bir okuldu. Buğra burs kazanmış bir öğrenciydi. Bu kadar büyük ve yeni bir ortam onun için bazen gerici olabiliyordu. Saltuk Hoca öğrencilerine, özellikle kendi sınıfına, oldukça cömertti. Gittiği hafta sonu tatilinden tatlılar, hediyeler ve her teneffüste ısmarladığı bir şeyler olurdu.


Biraz vurdum duymaz biriydi. Kendinden büyük öğretmenler veya müdür umurunda olmazdı. En iyisi olduğunu düşünürdü. Yakışıklı ve yetenekli biri olduğunu çoktan biliyordu. Bir narsist değildi ama o çizgiye çok yakın yürürdü. Buna hakkı olduğunu düşünenler vardı. Her şeyde bu kadar iyi olan biri kendinden övünmeyecekse ne yapacaktı? Bazılarıysa bunun küstahlık olduğunu düşünürdü. Kendini beğenmiş bir ukala derdi yaşlı öğretmenler. Kendi hakkında ne söylenirse söylensin her birinden haberi olurdu ama asla bir cevap vermezdi. Buğra’nın gözünde bu onun gizliden gizliye ağır başlı biri olduğunun kanıtıydı.


Buğra’nın en çok tuhafına giden şeyse, Saltuk Hoca’nın bugün okula gelmiş olmasıydı. Bunun nedeni Saltuk Hoca’nın iki gün önce eşini kaybetmesiydi. Evet. İşte bu en tuhafıydı. Bu pazar günü, gün batımının sonunda Saltuk Hoca’nın karısı Sakura Hoca sonsuzluğa gözlerini yummuştu. Oysaki sonsuzluğun bir çift mavi göz olduğunu düşünürdü. Pazartesi olduğunda okuldaki birçok öğretmen yoktu. Öğrenciler bile sayılıydı. Sakura Hoca, tarih öğretmenlerinden biri, son yolculuğuna uğurlanıyordu. Meslektaşını taşıyanlar, elinde çiçek tutan öğrenciler ve ağlayan çocuklarla Sakura hanım artık yoktu. Saltuk Hoca’nın bu kadar normal davranması hiç normal değildi. Derslere giriyor, şakalar yapıyor ve moralini yüksek tutuyordu. Yine de bazı davranışları veya bir saniyeliğine kendini ele veren bakışları onun delirmediğini kanıtlar nitelikteydi. Teneffüslerin çoğunda Sakura Hoca ile yürüyüşler yaparlardı. Bugünse tamamını öğrencileriyle geçirmişti. Buğra başka bir şey daha fark etmişti. Umayime Hoca’ya kimya projesi hakkında soru sormaya gittiği esnada Saltuk Hoca da oradaydı. Öğretmenler odasında tam Sakura Hoca’nın oturduğu sandalyenin başında durmuş, uzaklara dalmış bir yüz ifadesi vardı. Saltuk Hoca’yı ilk defa bu kadar sessiz görmüştü. Umayime Hoca ve Saltuk Hoca birbirlerinden hiç haz etmeyen iki zıt kişilerdi. Bir nefret ilişkileri vardı. Kadın ne kadar gelenekçiyse adam o kadar yenilikçiydi. Fırsat buldukları her an birbirlerine laf atmayı ilke edinen bu ikili bile çok sessizdi. Umayime Hoca meslektaşının kaybına saygı duyuyor olmalıydı.


Buğra’nın ailesi farklı bir şehirde yaşıyordu. Okul bursu çıktığında o kadar iyi bir fırsat olarak düşünülmüştü ki yurtta yaşaması için hızlıca işlemleri yapılmıştı. Saltuk Hoca ve Sakura Hoca yurdun yakınında bir evde yaşıyorlardı. Bazen Buğra’yı yolda görür ve arabalarına alırlardı. Buğra’nın ailesi kazandıkları paranın başka bir şehre yetemeyeceği kadar fakirdi. Onlara yük olmaktansa minik işlerle harçlığını çıkarmak Buğra’nın göreviydi. İlk bir ay köpek gezdirmeyle parasını kazanıyordu. Yine gezdirmesi gerektiği bir köpeğin yaşadığı siteye gittiğinde Saltuk Hoca’nın da bu sitede yaşadığını öğrenmişti. Adam sonrasında Buğra’nın çalıştığını öğrenince gülmüş, gerçekten para kazanmak istiyorsa çocuklarına bakıcılık yapabileceğini söylemişti. O günden sonra köpek gezdirmek artık o kadar da iyi kazandırmıyor diye düşünmüş, Saltuk Hoca’nın teklifini kabul etmişti.


Saltuk Hoca ve Sakura Hoca’nın dört çocuğu vardı. Biri dokuz, diğer üçü sekiz yaşındaydı. Büyük olan abla, Tulkim. Tulkim oldukça sessiz bir kızdı. Utangaç, söz dinleyen ve nazik bir hanımefendi gibiydi. Küçük erkek kardeşiyle uğraşmayı severdi, kız kardeşleriyle çok yakındı. Oldukça pasif, gözlerin üstünde olmasını sevmeyen bir tipti. Uzun kahverengi saçlarını at kuyruğu şeklinde toplatır, pembe ve sarı renklerinden oluşan gardırobundan kendine büyük gelen ne varsa onu giyerdi. Rahat ve sakin bir tarzı olduğunu anlamıştı Buğra. Annesinin asil davranışları ona geçmişti. Babasının çocuksu davranışlarını yargılar gibi davransa da içten içe ona çok güler, daha çok eğlenmek istediğini saklayamazdı.  


Ondan sonraki büyük ikiz kızlar, Nilay ve Miray. Çift yumurta ikizleri olan bu kızlar yine de birbirine çok benziyordu. Miray küt kesilmiş kahverengi saçlarıyla annesine benzerken Nilay küt kesilmiş sarı saçlarıyla babasına benziyordu. Kişiliklerini de bu şekilde bölüştürmüşlerdi. Miray ne kadar annesi Sakura’ya ve ablası Tulki’ye benziyorsa Nilay aynı babasıydı. Enerjik, gürültülü, hafif kafadan çatlak. Kızların tarzları da bir o kadar farklıydı. Nilay genç bir kız gibi kısa ve canlı renkler giyinmeyi seviyordu, Miray ise yaşlı bir teyze gibi uzun etekler ve solgun renkleri seviyordu. Buğra her bir çocuğun kıyafetleriyle ilgilendiğinden hepsinin tarzını az çok öğrenmişti.


Son olarak, sekizinci yaş doğum gününden iki gün sonra annesini kaybetmiş oğulları Mengen. Çocuk baştan itibaren sessiz biriydi. Annesini rol model olarak aldığı belliydi. Dediği her şeyi dikkatlice dinler ve annesini gülümsetmek için her şeyi eksiksiz bir şekilde yapardı. Babasını da seviyordu, sadece babasının üstüne bu kadar düşmesi ve hala bebekmiş gibi sevgiye boğması çocuğu bıktırmıştı. Saltuk Hoca, Mengen’i çok seviyordu. Onunla vakit geçirmek için ayrı bir çaba bile gösteriyor gibiydi.


 ...




Bu hikayeye uzun zaman önce başlamıştım. Satosugu fanfic yazmak istesem de hocama vereceğim hikayenin iki erkek ana karakterli olması kötü karşılanabilir diye korktuğumdan karakterlerden birini kadın yapmıştım. Ne var ne yok tamamen unutsam da illa bir gün tekrar devam etme çabasıyla burada paylaşmak istiyorum. Belki o zamana Saltuk'u hatırlarım.

Önerilen Yazılar

Article Image

Sevgi ve Adaletin Koruyucusu
bookmark


favorite 0 visibility 0
Article Image

Retrouvailles
bookmark


favorite 0 visibility 0
Article Image

UZANAN BİR EL
bookmark


favorite 0 visibility 0

Yorumlar