Selim İleri okumak, lunaparkta bir gün geçirmek gibidir. Ama öyle çığlıkların savrulduğu, ışıkların göz kamaştırdığı, renklerin coştuğu bir lunapark değil bu. Daha çok, zamana yenik düşmüş, sessizleşmiş, boyaları dökülmeye başlamış bir lunapark. Bir zamanlar gülüşlerin yankılandığı ama şimdi yalnızca anıların usulca dolaştığı bir yer. Onun cümlelerinde insan bazen çocuk olur, bazen yaşlı. Bazen bir trenin camından dışarıyı izler gibi geçer zamanın içinden. Her şey biraz buğulu, biraz kırık. Ama garip bir şekilde tanıdık.
Bazı yazarlar anlatır, bazıları hatırlatır. Selim İleri ise insanın içindeki en sessiz, en unutulmuş yere dokunur. Adını koyamadığımız duygular bir anda beliriverir. Onu okurken çoğu zaman kendi hayatımızdan bölümlerle karşılaşmayız ama sanki yaşasaydık nasıl olurdu, onu hissederiz. Geçmişe değil, geçmişin ortak hüznüne misafir oluruz. Bir sokakta yürürken önünden geçtiğimiz ama asla giremediğimiz bir ev gibidir bu hisler: tanıdık ama ulaşılamaz.
İleri’nin metinleri zamanla eğilmiş bir aynaya benzer; bakarken neye baktığımızı tam çıkaramayız ama içimizde beliren duygular keskindir. Her cümle, anlamının yanında bir boşluk bırakır. Okur olarak o boşluğu kendi suskunluğumuzla doldururuz. Bu yüzden aynı kitabı farklı zamanlarda okuduğumuzda bambaşka yerlerinden yara alırız ya da başka yerlerinden iyileşiriz.
Selim İleri’nin kurduğu lunaparkta her şeyin bir sesi vardır ama hiçbiri yüksek değildir. Kahkahalar bastırılmıştır, sevinçler ürkek, hüzünler zarif. En çok da bu incelik kalır insanın aklında. Gözyaşı bile sessizdir; çünkü anlatılan acı bağırarak değil, usul usul gelir satırların arasından. O yüzden bazen bir cümlede durup uzun uzun susmak ister insan. Çünkü Selim İleri’de bazı cümleler okunarak değil, susularak anlaşılır.
Onu okumak bir hız treni değildir daha çok yavaşça yükselen, sonra kalbinizin derin yerinden aşağı bırakan bir şeydir. Ne tamamen gerçek ne tamamen kurmaca. Ne bütünüyle geçmiş, ne de büsbütün şimdi. Zamanı eğip büker, hisleri inceltir. Anıları yeniden yazmaz, ama yeniden hissettirir.
Ve işte o lunaparkta dolaşırken, insan ne çocuk kalabilir ne de yetişkin. Sadece bir “okur” olur: hatırlayan, hisseden, bazen de sadece susan biri. Selim İleri’nin lunaparkında en çok da bunu öğreniriz: Sessizlik de bir anlatma biçimidir.
Yorumlar