İçerik Resmi

YAŞLI ZAMPARANIN İTİRAFLARI


favorite 0 visibility 30 bookmark 0


YAŞLI ZAMPARANIN İTİRAFLARI


YİTİK ROMAN KAHRAMANI
“Bugüne kadar ‘varlığımın’ ne kendime ne de bir başkasına faydasını görmedim. Bu yüzden
bilinçli bir şekilde aranızda yokmuşum gibi davranmayı seçiyorum” dediğimde; yatakta
doğruldu ve dudaklarında kalan kasıklarımın tuzunu yalarken bir sigara sardı. Sonra alaycı bir
gülümseme ile gözlerime bakarak: “Hakan Günday da bir kitabında: ‘Yalnız kaldım.
Kalabildim! Altı milyar insanın arasına doğdum ve hiçbirine çarpmadan geçtim
aralarından’ demiş ya hani. O yüzden mi on tane kitap yazmış”
diye sordu.
Uzun bir sessizlikten sonra kalkıp, dolaptan kendime bir bira daha aldım. O sırada salondaki
aynanın önünden geçerken birden suretime rastladım. Kendime daha fazla tahammülüm
kalmamışken, bu da nerden çıktı şimdi. Göz altları çökmüş, tıraşsız, akne ve çıbanlarla dolu,
tıpkı bir çamuru andıran solgun bir surat acı içinde yalvarır gibi bana bakıyordu. Bu bakışları
çok iyi hatırlıyorum. Yine beni köşeye sıkıştırmış, ölümünün benim elimden olması için
uğraşıyordu. Ama şuan hiç de sırası değildi. Gözlerimi kaçırıp, hemen uzaklaştım yanından.
Biraz daha kalırsam beni alt edebilirdi. Odaya geçerken o dokuz adımlık mesafede yirmi
dokuz yıllık hayatımı düşündüm. Sonra kendimi yatağa bırakıp, tavanı izledim. Kadın izmariti
küllüğe basıp, çıplak teni ile yanıma sokuldu. Yitik bir roman kahramanından farkım yoktu.

KATİLİMİN AYNASIYIM
O zamanlar birlikte olduğum kadına hep; babamın ne kadar bencil olduğundan yakınırdım.
Bir gün aramızda geçen büyük bir tartışmanın sonunda, henüz yeni seviştiğimiz odanın
kapısını yüzüme çarpmadan önce döndü ve: “Babanın bencil olduğundan şikâyetçisin ama
sen de en az onun kadar bencilsin!”
dedi.
Cevap vermedim.
Ardımda bir kilit sesi bırakarak, kapıyı son çarpan ben oldum. Ve bir daha onunla hiç
karşılaşmadık. Yine de ne zaman kilidin yerine yerleşirken çıkardığı o ‘tık’ sesini duysam o
geceyi hatırlatır bana.
Tartışmamızı değil de son olduğunu bilmeden seviştiğimiz o anı düşünerek avuturum
kendimi.

UKDE
Yıllar önce henüz usul usul aşık olmaya başladığım bir kadın demişti ki: “Düşüncelerini
kıskanmayı seviyorum ama o kadar...”

O ilişki hiçbir zaman yaşanmadı ama bu; o güne kadar duyduğum en güzel iltifattı.

KADINLAR
Henüz yirmili yaşlarımdayken sıkı bir hatunla, büyük bir yasak aşkın içine düşmüştük
farkında olmadan.
Gençtik tabi, yaşama arzusuyla dopdoluyduk...
Hatun; o zamanlar postanede çalışırken tanıştığım yakın arkadaşımın eski sevgilisiydi.
Arkadaşım hâlâ zil zurna aşıktı kadına.
Birlikte içtiğimiz gecelerin sonunda konu mutlaka ona gelirdi. En çok da; uzun saçlarını topuz
yapışını sevdiğinden bahsederdi, önceki gece hatunun bir fahişe gibi kollarımda kıvrandığını
bilmeden...
Kadın aşıktı bana. Bunu bakışlarında görebiliyordum.
Ben aşık mıydım bilmiyorum. Eğer öyleyse bile arkadaşımınki kadar olmadığına emindim.
Bir gece sıkıcı bir kutlama yemeğinde; karşı çaprazımda oturan esmer, uzun boylu bir kadınla
uzaktan bakışmalarımızı fark edip, kıskanmıştı beni. Üstelik bahsettiğim kadın onun en yakın
arkadaşıydı. Kısacık saçlarına mavi, ipek bi’ fular bağlamıştı. Bu, onu daha çekici kılıyordu.
Diğer kadınlar gibi makyaj yoktu yüzünde. Yine de duru güzelliği ile masadaki tüm gözleri
üzerine çekiyordu. O ise fırsat buldukça bakışlarını bana kaçırıyordu. Gece sonunda kapıdan
çıkışını izledim. Tek başınaydı..
Birlikte olduğum kadının evine geldiğimizde ise; bu seferki tartışmanın konusunu çok iyi
biliyordum. Çok geçmeden konu, yemekteki o esmer, uzun boylu kadına geldi. Büyük bir
kıskançlık krizi içindeydi. Önünde duran masadaki eşyaları olanca gücüyle üzerime
fırlatıyordu. Artık kaçamak cevaplarla kurtulamayacağımı anladığımda her zaman yaptığım
gibi, tam kapıyı çarpıp çıkacakken arkamdan: “Arkadaşının sevgilisi ya da sevgilinin
arkadaşı, senin için ne fark eder ki”
demişti.
Yine de aldırmadım ona.
İşin kötü yanıysa; Evet, haklıydı.
O gece benim evime gitseydik, o fularlı kadının dün gece odama sinen kokusunu hâlâ
duyabilirdi. Yine şanslıydım..
Artık yavaş yavaş anımsıyorum da, tam bir orospu çocuğunun tekiydim o zamanlar.

ÖLÜ SARDUNYALAR
En sevdiği renk mor olan kadın saksıda büyük, mor bir sardunya hediye etmişti. Onu
hatırlatsın diye...
Her sabah sardunyanın yapraklarını teker teker siler, dibini sular, ona özenle bakardım. Bir
gün o kadar abartmıştım ki bunu; artık fazla sulamaktan yaprakları yavaş yavaş çürümeye
başladı. Kadın eve geldiğinde sardunyanın halini görünce: “Sevmeyi bilmiyorsun sen! Bazen
beni de böyle aşırı sevgiden bunaltıyorsun işte”
demişti. “Ortan yok mu senin hiç” diye
sordu. Oysa bipolar birinden bunu anlayışla karşılamasını beklerdim.

Daha henüz çocukken düşüp kırılan renk paletinde, artık gri yoktu ikimizin de. Siyah ve
beyazdan başka bir renk de kalmamıştı zaten. Uçlarda gezerdik hep..
Günler geçti. Sardunya tamamen çürüyüp, öldü.
O ise; sardunyadan önce beni çoktan bırakıp, gitmişti.
Yıllar içinde daha ne çok sardunyalar, gölge fesleğenleri öldürdüm.
Kimisi şanslıydı, fazla yara almadan geçip gitti hayatımdan. Bense hâlâ çiçek bakmayı da
sevmeyi de bir türlü öğrenemedim.

TABLO
Henüz yeni terk edilmiştim ve o akıl hastası kadına hâlâ köpek gibi aşıktım. Manik dönemleri
yetmezmiş gibi dislektikti de aynı zamanda.
Sayılarla ve yer, yön tarifleriyle arası pek iyi değildi. Bu yüzden kaybolurdu sık sık. Çok oldu
onu sokaklarda aradığım günler. Zaten bu karmaşık şehri de sevemedi bi’ türlü. Bir gün:
‘‘Hasta olsam, en yakın hastane nerde onu bile bilmiyorum’’ demişti. Tarif etsem de
bulamayacağını bildiğim için cevap vermeden onu onaylar gibi yapıp, başımı sallamakla
yetindim. Olayı kökünden çözmeye karar vermiş olacak ki; Ankara’ya, doktor olan abisinin
yanına taşınmış.
Disleksinin artı yönleri de vardı. Beyin normalden farklı çalışır ve yaratıcılık konusunda sınır
tanımazdı. O da bundan fazlasıyla nasibini almıştı tabi. Konservatuvarda okurken tanışmıştık.
Ankara’ya dönünce oyunculuğu bırakıp, ressam olmuş. Aylar önce bir serginin afişinde
görmüştüm ismini. Oldukça iyiydi çizimleri. Bense; hala bi’ sik olamadım. Anca bir dergide,
boktan bir hikayenin altında görebilirsiniz ismimi. En fazla yine iş yapmayan bir filmin
jeneriğinde kayar belki ismim.
O gün ucuz bi’ bardan çıkmış, yolda hafif alkollü, hafif dalgın, ağır aksak adımlarla yürürken,
nereden geldiğini görmediğim bir arabanın çarpması ile karşı kaldırıma savrulmuştum. Küçük
bir kaza sayılmazdı, kolumda ve ayağımda kırıklar vardı. Zor günlerdi. Yine yalnızdım ve
tüm işlerimi tek başıma yapmak zorundaydım. Hatırlıyorum da sıçmak bile dert olmuştu o
günlerde. Hiç gelmeyeceğini düşünürken, günler sonra ziyaretime geldiğinde onu ne kadar
özlediğimi söyledim. Hiç beklemediğim bir şekilde: ‘‘Oğlum sana araba çarptı hâlâ
akıllanmadın mı’’
diye sordu. Kadınlar konusunda akıllanmayacağımı biliyordum ama belli
etmesem de söylediği söz çok dokunmuştu. Cevap vermedim. Ağrılardan kurtulmak için zorla
uyumaya çalıştığımı hatırlıyorum. Sabah uyandığımda yoktu. Bi’ sike yaramayan ağrı kesici
ilaçları başucuma bırakıp, gitmişti. Zorla da olsa yataktan kalkıp, seke seke tuvalete gittim.
Sonra sifonu çekip, klozette dönen boku izledim. Onun bütün tablolarından daha güzeldi!

İŞTE BÖYLE DOSTUM, KADINLAR BAZEN BİR CÜMLE İLE HER ŞEYİ
MAHVETMESİNİ İYİ BİLİR!

Önerilen Yazılar

Article Image

SEVEN BILLION VERSIONS OF MYSELF
bookmark


favorite 2 visibility 28
Article Image

KIRIK CAM TEORİSİ - KIRIK BENLİKLER
bookmark


favorite 4 visibility 12
Article Image

Mutlu Çocukluğu
bookmark


favorite 1 visibility 4
Article Image

Sessiz Bir Lunaparkta Selim İleri
bookmark


favorite 1 visibility 11

Yorumlar