Denizde mavinin her tonu, gökyüzünde ise pembenin… Renklerin birbirine karışıp, bir bütün oluşturup görsel bir şölenin karşısında durmuş öylece bakıyor. Az önce doğduğu evin viran halini görmüş, içerisine girip gezmiş ve kuytu köşe de ne kadar anısı var ise ortaya çıkmıştı.
Mutlu, mutsuz birçok anı tüm ruhunu ve bedenini ele geçirmişti.
Amacı sadece sessiz sakin bir yerde, denize karşı yemeğini yemekti.
İnsanlar yaşadıkları ana kendilerini öyle bir kaptırıyor ki; daha önce buralarda ne olmuştu, kimler neler yaşamıştı, ne anılar birikmiş, ne hüzünler ne mutluluklar yaşamış bilmek dahi istemiyorlar. Üstelik yakın bir gelecek olsa bile…
Bir zamanlar denip geçiyor ömür.
Oysaki daha dün gibiydi şuan oturduğu yerde komşuları ile otururdu. Bir direk vardı ilk aşkını ilk öptüğü, ellerinden tuttuğu…
Herkese nasip olmayan bir çocukluk yaşamıştı. Mutluydu ve mutluluğu iliklerine kadar yaşıyordu.
Şimdi ise durmuş, her köşe başından çıkacak çocukluğunu bekliyordu.
Kafasını çevirdiği her nokta da bir anısı canlanıyordu.
Anılarının yaşattığı mutluluğu, insanların yaşanmışlıkları yıkmaktaki gerçekliği ile yüzleşip hüzünle karışıyordu.
Yine de şanslıydı, yakın zamanı şuan bile yaşıyordu. Doğduğu ev yıkılmamıştı. Viran haldeydi ve başkasınındı ama olsun, orada duruyordu.
Akşam olup denizden gelen dalgaların sesinin insanların sesini bastırdığı anda dili çözülüyor ve yanındaki kişiye tek tek anlatıyor. Belki unuttuğu belki de hiç unutmadığı özel anlarını anlatmaya, hüzünle karışık duygularıyla…
Büyümüş olmanın, yaşadığı hayal kırıklıklarının, yalanların, çirkinliklerin, aldatılmanın üzerinde oluşturduğu yükle anlatmaya devam ediyor. Arada susup yine çocukluğunu arıyor. Hüznün daha ağır bastığını zannederken, ağzından hep mutlu çocukluğu dökülüyor farkında değil.
Kalkıp gitme zamanı geldiğinde; gökyüzü ona bir görsel şölen daha sunuyor. Kanlı dolunay.
Kanlı ama ihtişamlı ve güzel…
Bakıyor ama göremiyor. Anıları sarmış her yerini. Ölen komşusunu bile hatırlıyor.
Şanslı olduğunu bildiği her anı bir olumsuzlukla, bir hüzünle, bir vicdanla taçlandırma sebebi bu kadar mutluluğu hak etmiyorum düşüncesi olabilir mi?
Birilerinin bir yerde acı çekiyor ya da mutsuz olduğu düşüncesi belki de yaşadığı anın tadını tam olarak çıkaramamasına neden oluyor?
Çocuktu, ergendi, gençti şimdi orta yaşta. Bir zamanlar onu koruyup kollayan insanların şuan ona ihtiyacı olması herkes gibi ona da ağır geliyor. Kaybetme korkusu ile kaybedeceği bilinci birbirine dolanmış halde.
Yalnız kalma düşüncesi ile yalnız kalmama çabası ise çatışmada…
Evrenin sunduğu güzellikleri, iyilikleri, şansları yaşıyor ama bir yandan da bunu hak etmediğini düşünüp olumsuzluklarla mücadele ediyor. Anın tadını çıkarmak yerine eski anılarına, mutlu çocukluğuna kaçıyor. Çünkü biliyor ki artık o günlerde ki gibi mutlu olamayacak.
Büyüdü ve hayat zorlaştı, sorumluluklar arttı.
Keşke hep çocuk olsaydı. Belki de herkesin istediği bu arzuya herkesten biraz daha fazla tutku ile bağlı.
Oysa mutlu olmak hakkı hem de kaç yaşına gelirse gelsin. Olumsuzluklar, endişeler, kaygılar olmadan şansının farkına vararak, mutluluktan suçluluk duymadan mutlu olmasını bilmeli. Tıpkı çocukken olduğu gibi…
Yorumlar