Yağmur çiseliyordu ve Öykü, kafenin penceresinden dışarıyı seyrediyordu. Her zamanki köşesinde, kahvesini yudumlayıp kitabının sayfalarını çeviriyordu. Bugün hava biraz hüzünlüydü, tıpkı okuduğu kitabın melankolik satırları gibi.
Kapı çaldı ve içeriye, sırılsıklam olmuş, telaşlı bir adam girdi. Etrafına bakınırken gözleri Öykü’yü buldu.
"Affedersiniz," dedi nefes nefese, "telefonumu bir taksiye düşürdüm ve şarjım bitti. Acaba birini arayabilir miyim?"
Öykü, adamın çaresiz haline dayanamadı.
"Elbette," diyerek telefonunu uzattı. Adam minnetle gülümsedi ve bir numarayı tuşladı. Konuşması kısa sürdü. Telefonu Öykü’ye geri verirken:
"Çok teşekkür ederim. Gerçekten çok yardımcı oldunuz," dedi.
Öykü: "Önemli değil," diye karşılık verdi.
Adam gitmeden önce:
"Bu arada ben Ali," dedi elini uzatarak.
Öykü’de elini sıktı ve:
"Ben de Öykü."
Ali aceleyle çıktıktan sonra Öykü, kitabına geri döndü ama dikkati dağılmıştı. Pencereden dışarı baktı, yağmur dinmişti ve güneş yavaş yavaş bulutların arasından sızıyordu. İçinde garip bir sıcaklık hissetti. Belki de melankolik hikâyesi biraz neşelenmişti.
Yorumlar