Define
Kışın o uzun gecelerinde mahallelinin toplandığı yer mahalle kahveleridir. O sigara dumanları altında kimler ne hayaller kurarlar.
Masanın etrafına toplanan 6-7 kişi hararetli hararetli bir şeyler konuşurken aynı zamanda da konuştuklarını kimsenin duymamasına özen gösteriyorlardı. Yan masada yalnız oturan mahallenin önde gelenlerinden olan kişide ,gözlükleri ile gazeteyi okumaya çalışıyor bir taraftanda kahvesini yudumlarken yan masada olup biteni istemiyerekde olsa dinliyordu.
Yan masada oturanların konuştukları define arama işiydi. Masada oturanlardan her biri duydukları define aramaya ilişkin olayları kah kendi başlarından geçmiş gibi kah da çok yakın arkadaşlarından duymuşlar gibi ballandıra ballandıra anlatıyorlardı.
O sırada masadakilerden biri bildiği bir hazinenin olduğunu,bunu çıkarmanın çocuk oyuncağı olacağını ve hiç yok yere zengin olmanın çok kolay olacağını ballandıra ballandıra anlatırken masanın etrafındakilerde ağızları açık anlatılanları dinliyorlardı.
İş öyle bir hale geldiki neredeyse bütün masa hemen kalkıp dışarıda kar yağmasına bakmadan gidip o defineyi arayacaklardı. Sadece iş bir hadiye kalmıştı. Yandaki masada gazete okumakta olduklarını sandıkları kişi masasından kalktı ve selam verip elinde gözlükleri ile onların masasına geldi ve bir sandalye çekip oturdu. “Çok hararetli konuşuyordunuzda dayanamadım geldim,kusura bakmayın ilgimi çektiniz “ dedi. “Buyur buyur “dediler. Adama da bir çay söylediler. Adam “ilgimi çekti anlattıklarınız galiba define işinden bahsediyordunuz” dedi. Masadakilerden biri “he amca öyle” dedi. “Arkadaşın bildiği bir define varmışta onu anlatıyodu.” Masada bir sessizlik oldu ve adam şöyle bir masadakileri süzdükten sonra, “bende bir arkadaşla bir zamanlar define işi yapmıştık” dedi. Masadakiler hep bir ağızdan, ”sahimi, buldunmu ? “diye sordular. Adam sigarasından bir nefes çekti , çayından da bir yudum aldıktan sonra, “bakın o işi birlikte yaptığımız arkadaş burada onu çağıralımda o size anlatsın.o bu işlerin piridir” Dedi ve ayağa kalkarak birkaç masa ileride arkadaşlarıyla sohbet eden kişiye seslenerek “hele bir gelsene” dedi.
Adam kalktı ve çağırlan masaya geldi. “Otur, otur” dediler. Adama bir sandalye çektiler oturdu.”Hayrola?” dedi adam. Arkadaşı,”şu gençler define aramaya merak sarmışlar da ben de senin bu işlerde deneyimli olduğunu söyledim de.” Adam gülerek “haaa öylemi ?”dedi. Masdakilerden “bir anlatırmısın abi?” dedi. Adam bir masadakilere birde onu çağıran adama baktı baktı baktı. Gelen çayı dalgın dalgın karıştırırken dışarıda yağan kara dalgın gözlerle bakarak anlatmaya başladı;
“Emekli olmuş, çocuklarıda evlendirdikten sonra kaldık bir köroğlu bir ayvaz. Tencerede pişirip kapağında yiyoruz diye bir laf varya aynen öyle yaşıyoruz. İşte bir gün bir arkadaş ki oda emekli ama çocukluk arkadaşım,biraz da havai. Sadece bu günü yaşamakla meşgül yarına Allah kerim,yarının sahibi var diye düşünen biri..
İşte bu arkadaş bir gün geldi ve oradan buradan konuşmaya başladı ama lafı bir yere getireceğinden adım gibi eminim. Bir türlü söyliyemiyordu . “Abi hadi artık ne söyliyeceksen söylede lafı dolaştırma dedim.” Arkadaşımın gözleri fal taşı gibi açıl mış halde, “ bir define yeri tesbit ettim “dedi. Hayda dam üstünde saksağan vur beline kazmayı misali. Fol yok yumurta yok böyle damdan düşme laflarda bu arkadaştan başkasından çıkmazdı zaten.”Git be oğlum git işine” dedim. “İnanki abi altınlar onları almamızı bekliyor”. “Ulan bana bak sana şöyle sağlamına bir çakarım bundan sonraki ömründe kafanın etrafında hep altınların dolaşmasını görürsün,hadi başka kapıya “ dedim. Arkadaş fakir sümüğü gibi bir yapışkan ki,zaten bu yönüden dolayı karşılaşmaktan hep kaçınırdım.
Arkadaşın anlattığına göre define ilçeye 15 kilometre kadar uzaklıkta eski bir rum köyünde imiş. Bu köy çukurda bulununduğu ve hemen hemen bütün evlerinin tarihi yapı olması nedeniye hiç kimse bunları yıkıp da yerine yenisini yapamıyorlardı. Sadece alınacak izin ile eskisine uygun olarak rosterasyon yapilabilir olduğu ve bu işte çok masraflı olduğundan köylü yıkılan yıkıldığı yerde kalsın misali hiç dokunmuyordu. Devlet de köylüyü 3-4 kilometre ötede ana yol üzerine taşınmayı teşvik ediyordu. Zaten buraları da aynı köye aitti. Köylü zaman içinde köyünü bıraktı yeni yerine taşındı. Eski köy yeri tarihi bir yer olduğundan definecilerin dikkatini çekmiş ve bir sürü define avcısı her fırsatını bulduklarında buraları didik didik etmişlerdi.
Arkadaşa göre bu define öye pek büyük bir şey değilmiş. Hani meraktan soruyorum, “Pek büyük değilde niçin ilgini çekti öyleyse.” Arkadaş,”abi büyük değil dedikse de pek de küçük sayılmaz be.” İki eliyle ellerini şöyle 30-40 santim açarak “şöyle bir çömlek içinde 500 ile 600 kadar altınlık küçük birşey.” Fark ettirmemiye çalışsamda benimde merakımı çekmişti. “Oğlum bu çömleği senmi koydunki içindeki altınlara kadar sayısını biliyorsun “dedim. Arkadaş şöyle bir geri çekildi ,”ayıpsın abi tiyo iyi bir yerden.Senin hakkına üçte bir düşeçek.” “ Haydaaaa..!. Yahu üçte ikisi de seninmi ? “ diye meraktan sordum. “Yok abi” dedi. “Öyleyse” dedim oda,”abi böyle şeyler o yöreden o yöreyi bilen biri olmadan olmaz,işte çok emin bir arkadaşım da o köyden,” “Peki be yavrum,sana bu tiyoyu veripte üçte birine sahip olacağına neden kendisi tamamını almıyor?.” “Abi arkadaş bir yerde köylülerinden korkmuş. Sonra bu işler öyle yalnız başına yapılacak işler değil be abi. Yahu abi be ben sana servet teklif ediyorum sen kıvırıyorsun.”
Hani meraktan soruyorum,”Bu hazine köyün neresinde ?” “ Bu hazine köyün dışındaki mezarlığın içinde en kenardaki bir mezarda.” “Neeee! mezarda ha?,bir de mezar mı açılacak ?Hadi buyurun cenaze namazına!” Arkadaşım,”bak abi bu tiyo kesin.” “Oğlum kesin olduğunu nereden biliyorsun” dediğimde,”köye zaman zaman Yunanistandan bir adam geliyormuş. Bu adam birkaç defe gelip babasının bu köyde oturduğunu ve mecburi olarak her şeylerini burada bırakıp Yunanistan’a gittiklerinden bahsederek o tarihlerde babasının arazilerinin yerini söyler bilenlerde o arazileri ona gezdirirlerdi. Ama bu adam bir gün bir mezar sordu. Mezarlığa gittiğimizde ise mezarlığın en kenarında kalmış taşı dahi olmıyan hafif bir tümsek olan yeri işaret ederek burası olmalı dedi. Köyden hiç kimse o mezarın kim tarafından kazıldığını ve içinde kimin olduğunu bilmiyordu.” Eeee…!” Define işte o mezarda. “Yok yavu?”.” Ulan sen benle kafa buluyorsun galiba.” “Yok abi inanki. Ha bak sen ilgilenmezsen ben başkasını bulurum ama bu işten sende sebeplen diye sana geldim.Hani bu kıyağımıda unutma” .
Bu iş kafama yatmamakla birlikte ilgimi çekmişti. Bazı arkadaşlar define aramak uğruna neler çekmişlerdi. Kimi işini gücünü terk etmiş bu uğurda elinde avucunda ne varsa tüketmişlerdi de hala definecilikten vaz geçmemişti. Definecilik öyle bir şeydir ki sanki müzmin bir hastalık gibi adamı asla bırakmaz. Kimiside define aramak için gittikleri yerlerde azmı o yöre insanından dayak yiyip kolunu bacağını kırdırmıştı. Bazılarıda hapise bile düşmüştü.
“Bir düşünelim” dedim. Arkadaş,abi bu iş birkaç gün içinde olmalı yoksa o Yunanlı buralardaymış,o mezarı kazıp bütün defineyi kapacak.Köyden gitmiş bir hafta sonra gelecekmiş. Gidip gidip o mezarın etrafında dolaşıyor gavur.Elin gavuru neden isimsiz bir mezarın başında nöbet tutsun dimi ? “Tama tamam yarın sana bildiririm “dedim” ve ayrıldım. Eve geldiğimde hanım düşünceli halimi anlamışki sordu,”yok bir şey” dedim ama tabiî ki inandıramadım ve sonunda olayı anlattım. Hanım,”adam sen bu yaştan sonra beni ya hastanelerde yada hapishanelerde sürünen bir koca arkasından koşturmıyamı niyetlisin?” dedi. Kadın haklı ama hani şu altınlar varya,ya sahi ise ! O gece sabaha kadar rüyamda altın saydım. Sabahleyin hanım bırak bu işi dediysede arkadaşa tamam dedim. O gece köye gidip kazma kürekle mezarı kazıp, altınları elimizle koymuş gibi alıp paylaşacaktık. Benim görevim bekçilik ve şöförlük yapmaktı. İhtiyaç olduğunda da kazıya katılmaktı.
Hanımın bütün uyarılarına rağmen ben ve arkadaşlar eski ve pılakası olmayan ama yürüyen bir arabaya bindik ve köye doğru yola çıktık. Giderken” bizim gideceğimiz yer o köyden taşınan yeni köyün içinden geçmiyormu?,bizi görenler şüphelenmiyecekmi?” diye sordum. Arkadaş “hayır, o köyden değil o köyü geçtikten sonra dağa saran bir patika var oradan gideceğiz” dedi.” Eh madem… Minareyi çalan kılıfı hazırlar mış” dedim. “Ayıpsın abim” dedi arkadaş. Köyü geçtik patika yola girerken, “farları söndürelim dedi arkadaş.”” Niçin ?”dedim. “Abi buralarda pek araba bu yoldan gitmezde hani tedbir bakımından” dedi. Yol ,yol değil sanki yola taş dökülmüş gibi. Arkadaş arabanın ekzozunu öyle bir susturucu ile donatmışki arabanın sesi sanki yok. Motor kaputu içine de motorun sesi duyulmasın diye izocam misali bir şeyler koymuş.
Bindik bir alamete gidiyoruz. tövbe tövbe be. adamlar seni altın sahibi yapmıya çalışıyorlar ben onlar hakkında neler düşünüyorum...
Sonunda mezarlığa geldik. Hiç vakit kaybetmeden kazma ve kürekleri çıkarıp nezarı kazmaya başladılar. Bende etrafı gözlüyorum. Arabayıda fark edilmesin diye bir hendek içine koyduk . Araba eski, pılakası yok falan dedim ya meğer sıkışınca arabayı ve her şeyi bırakıp hazineyi alıp kaçmak içinmiş. Bu arabayı bir hurdacıdan almışlar motor ve şaşi numaraları bile kazınmışmış. Sözde tanınmıyacakmışız.
Onlar kazdıkça ben heyacanlanıyorum ki sormayın.Heyacandan tirtir titriyorum. Neyse onlar neredeyse yarım bele kadar kazdılar. Derken bir gürültü ve köylüler ortaya çıktı.Bir kargaşa başladı. Gelenler bizim arkadaşları mezardan çıkardılar benide yakalayıp ,”allahını seven vursun mezar lık hırsızlarına” diye bağırıp üzerimize
Çulanıyorlar.Hepimize yer misin yemezmisin,aman Allah.Herkes vuruyor ama ne vurmak.Herkesin eline ne geçtiyse vuruyor. Ben ellerinden kurtulup bayır aşağı kaçmak isterken yuvarlandım ve yandım anam kolum diye bağırırken bir köylü geldi, “ulan sizi biz kırmızı dipli mumlamı davet ettik lan” dedi ve tam elindeki levyeyi kafama vuracaktı ki ,”kimse kıpırdamasın “diye bir ses.Ardından da ellerinde silahlarla Jandarmalar. Hadi bizi araçlara ve karakola...
Benim kolum kırılmış. Köyden bize defineyi haber veren kişi ise kendi köylülerinden bizimle birlikte bizden aşağı kalmıyacak şekilde hatırı sayılır dayak yedi. başına aldığı darbe sonunda hastanelik olmuştu. Meğer arkadaşıma altının yerini söyliyen o köylü arkadaş varya, Yunanlı’nın mezarı aramasından defineden şüphelenmişmiş. Jandarmaya haber veren Yunanlıymış. Hani neredeyse Allah ondan razı olsun diyeceğim. Eğer Jandarma gelmeseydi halimiz ne olurdu Allah bilir. Belkide hepimiz şimdi mefta idik . Meğer gece tarlasından gelen bir köylü mezarlıkta bizleri fark edince cep telefonu ile köye haber vermiş. Benim hissemede kırık bir kolla haritası değişmiş bir surat düştü. Buna da şükür.
Yengeniz birkaç gün hastanede başımda bekledi.Ama zaman zaman bana bakıp bir gülmesi vardıki o bakış ve gülüşü görmektense diğer kolumunda köylüler tarafından kırılmasına razıydım. Hastaneden çıktıktan sonra bir müddet ortalıkta gözükmedim. Çünki adımız defineciye çıkmıştı.
Yunanlı adam ise gerçekten de dedesinin mezarını arıyormuş. Şimdi diğer arkadaşı soracaksınız bana …
Masada kimseden çıt çıkmıyordu.. Adam şöyle bir durdu ve onu masaya çağıran arkadaşına döndü , “Kılavuzu garga olanın burnu pislikten kurtulmazmış öyle değilmi ? .istersen kalanını da senden dinlerlerse daha iyi olur” dedi ve yüzünde beliren tebessümle, hepinize “iyi geceler” deyip masadan kalktı.
Kamil ERBİL
Yorumlar