İçerik Resmi

Uyanış hikayem


favorite 0 visibility 4 bookmark 0


                                                      KİMLİKSİZ

 

2022 Aralık ayıydı. Klasik İstanbul kışı; soğuk, insan koşturmacaları ve trafik yoğunluğu arasında küfürleşen korna sesleri kaplıyordu caddeleri… İşte bu kadar gürültü arasında bir an durdu Elif, etrafına baktı önce ve sonra; bu karmaşa nedir ve ben kimim ve dahası benim burada ne işim var. Hepaynı döngüler, aynı koşturmaca ve otomatik tepkiler, diye geçirdi içinden…Ben ve gördüğüm tüm insanlar ve dünya, ne için vardı ve en önemlisi neye hizmet ediyordu. Sanki buDünya’nın içinde dönüp duruyorum, aynı noktalarda duraklayarak, aynı şeylere üzülerek, aynı şeylere sevinerek, nedir bu, ben çok sıkıldım diye haykırdı içindeki öfkeli ses. İçinden yükseliyordu ama daha önce neredeydi ki bu ses, takipetmeye değer gibi görünüyordu. Çünkü bu kadar öfkeli olmasına rağmen huzur vermişti Elif’e, çok hafifletmişti… Her şey bu serzenişle başlamıştı aslında. Sanki hayatı boyunca kafasında milyonlarca soru biriktirmiş ve bu sorulara cevap aramak aklına bile gelmemişti ya da soruların farkında bile değildi. Aklına gelen soruların cevaplarının yavaş yavaş, acıta acıta, eğite eğite ve en önemlisi kendini tanımaya başladıkça geleceğinden habersizdi Elif. Cevaplar her geldiğinde, şaşkınlıklar içinde, kelimeleri yeni öğrenmeye başlayan, gördüğü şeylerin isimlerini ağzından çıkarmaya çalışan bir çocuk gibiydi adeta..

 

Evet, gelen ilk cevap “çekim yasası” başlığı altında kuantumu anlatan uzun bir yazıydı. Karşısına o zaman “tesadüf” diye düşündüğü ama şimdilerde “tesadüf diye bir şeyin olmadığını” idrak etmiş olmanın rahatlığıyla… Uzun uzun anlayarak okumaya başladı Elif. Okuduğu şeylere ilk başlarda anlam veremeyen, tekrar tekrar okuyarak, okudukça anlamların derinleştiğini fark ederek, yılmadan usanmadan ve en önemlisi merakla, dil, din, ırk fark etmeksizin hem ilimsel hem de bilimsel kaynaklardan, İslam ve tasavvuf alimlerinden veKURANI KERİMDEN faydalanarak anlamaya çalışıyordu Elif. Her an yeni şeyleri keşfediyordu, tamam şimdi anladım dediği noktada yeni idrakler açılacağını bilmeden. Çok büyük bir aydınlanma yaşadığını düşündü ama bu daha yolun başı bile değildi, sonrasında anlayacağı üzere. Ama buraya kadar olan yolculukta her idraki yeni bir soru doğuruyor, her sorunun cevabı onu daha çok okumaya, öğrenmeye, anlamaya itiyordu. Kuantumu artık tam anlamıyla idrak ettikten sonra bir insanın ruh, beden ve zihin üçgenine yöneldi. Çünkü içindeki ses insanın bilinen ve görünenden çok daha öte olduğunu fısıldıyordu. Tasavvuf alimlerinin ‘’Baktığın benim yüzüm, gördüğün senin özündür’’ dediği, Kuantum fiziğinin ‘’madde diye bir şey yok sadece gözlemci etkisi var’’düşüncesiyle devam ediyordu yoluna. Artık dışarıda olan her şeyin ve herkesin kendi düşünce ve duygularının yansıması olduğundan emindi ve gerçekten bir film gibi dışarıda kendini izlediğinin gayet farkındaydı. Elif evli ve bir kız çocuk annesiydi. Eski tanımıyla mükemmel bir anne, başarılı bir iş kadını ve eşinin deyimiyle feminist bir kadındı. Mükemmeliyetçiliğini o kadar sahiplenmişti ki başarısızlığa tahammülü yoktu hem kendisi hem de aile ve çevresinde, gördüğü herkeste…

 

İşte Elif bulmuştu hayatındaki döngülerin ana kaynağını. ‘’Mükemmeliyetçi’’ olmak… Bu etiket Elif’in mi yoksa üstüne giydirilen bir kıyafet miydi? Başladı sorular ve bu sorularla gelen sancılı cevaplar ve idrak edişler. Elifmükemmeliyetçilik başta olmak üzere fark ettiği bütün elbiseleri çıkararak yoluna devam ediyordu. Emindi artık benim dediği her şey üzerine giydirilen elbiselerden ibaretti. Kızını, eşini ve dahi çevresinde olan biten her şeyi izlemeye başladı; yorumsuz ve yargısız. Çünkü biliyordu gördüğü herkes, duyduğu her ses ve yaşadığı her şey Elif’in zihninde sahiplenmiş olduğu, “benim” dediği her düşünce ve duygunun yansımasıydı. Yorumsuz, yargısız ve “Aaaa böyle mi düşünmüşüm?” dedikçe hafifliyordu Elif. Her an zihninden, bedeninden binlerce ton yük kalkmış olmanın rahatlığı ve huzuruyla… Artık karşısında olan hiçbir şeyden etkilenmediğini idrak edince anladı ki her şey gerçekten bir rüya veya bir gösterimden ibaretmiş. Hem de Elif’in yazıp oynadığı, roller verdiği bir film… Elif’in o anda içinde bir güç, korkusuzluk ve boşluk belirdi. Şimdiye kadar yapmak zorunda olduğunu düşündüğü ne varsa, düşünmeden, olmasıgerekli demeden, sıkıntıya girmeden kendiliğinden zaten olduğunu farketti.Hemde çabasızlığın verdiği bir rahatlıkta.Dışarısı diye bir şey kalmamıştı artık. Tamameniçine yönelmişti.

 

Gördüğü her şey ve herkes, Elif’in “zanlarından’ ’ibaret ise ve bu ‘’zanlar’ ’onu sıkıntıya sokuyorsa o zaman ben diye sahiplendiği aslında kimdi? Elif bu sefer de kendisini seyre geçti. Düşüncelerini, eylemlerini, hayallerini… Ve bu seyrediş o kadar sancılıydı ki çok kez “pes ettim” dedi. “Eski beni istiyorum” dedi ama sadece birkaç saat sürdü bu pes edişleri. Çünkü içindeki ses buna izin vermiyordu, sanki parmaklıklar arasından haykırıyordu bu ses “beni bul” diye… Aslında Elif de pes ediş anlarındaki huzursuzluğunu iliklerine kadar hissediyordu. Sesi takip ederek devam etti yoluna ve zamanla fark etti ki zihninde sıkıntı veren her düşünce buharlaşıp uçuyordu izledikçe… Zihni susan Elif’in dünya dediği rüyası ve hayalleri de tamamen değişmişti. Sadece bir beyinden çıkan fark edişlerin ne kadar beyni etkilediğini akl etmişti. İlk başlarda farkettiklerini,ailesine ve çevresindekilere heyecanla anlatmaya ve ikna etmeye  çalışan Elif,bilgiler hal olmaya başladıkça,olgunlaştıkça ,ancak kendisine yönelip soru soranlara ve bu konuda meraklı olanlara anlattı idrak ettiklerini ve giderek bu sayının kendiliğinden arttığını fark etti. Çünkü anlamıştı ki İNSAN dediğin bir şuurdu,  Bir insanın idraki tıpkı  bir dalganın birçok dalgayı tetiklemesi gibi tüm okyanusa yayılacaktı.Vakti gelene bu idrakler açılacaktı şüphesiz.Bu idrakle olup biteni sadece seyrediyordu… 

 

Kaygı, endişe, dün, yarın kalmamıştı. Sadece AN vardı onun için… Ve bu AN içinde ne düşünüyor, ne hayal kuruyorsa, zamanda bunu seyredecekti… Bundan zerre kadar şüphesi kalmamıştı… Elif bir beden olmadığını ve şimdiye kadar “yaşadım” dediği her şeyin aslında kendisini bulması için kendini izlediği bir film olduğunu idrak etmişti. Ya da diğer bir anlatımla Elif derin bir rüyadan uyanmış gibiydi adeta… Bomboş hissediyordu Elif. Çok severek yaptığı işi, daha önce yapmaktan keyif aldığı birçok şey artık anlamını yitirmişti onun için.Hakikat konusu dışında hiçbir konuda konuşmak  içinden gelmiyordu artık; sadece yalnız kaldığında kendiyle konuştuğunda mutlu oluyordu. Sonra bir gün Elif’in içindeki ses “ölü gibisin” dedi. Evet, Elif gerçekten bir ölü gibi hissediyordu; duygusuz, düşüncesiz ve bedensiz… Bir kimliği kalmamıştı Elif’in. “Benim” dediği düşünceleri, eylemleri yoktu; tıpkı bir robot gibiydi.Bütün bu çaba robot gibi olması içinmiydi ,tabi ki olamazdı ,olmamalıydı.

 

Bu durumu uzun sürmedi Elif’in.Çünkü “kendimi buldum” dediği nokta aslında onun farkında olmadan kabul ettiği, inandığı her şeyi bırakarak özgürleşmesiydi. Bunları bırakarak sıfır noktasına gelmişti sanki. Ve Elif, bunlardan özgürleşerek yeniden doğduğunu idrak ettiği an içinde tarifi mümkün olmayan bir neşe belirdi. O kadar harika bir duygu yaşadı ki Elif, aslında mutluluğu o anda tanımıştı. Ve bu idrakle de aslında daha önce “yaşadım” dediği, “hissettim” dediği hiçbir şeyi gerçek manasıyla hissetmemişti. Bu merak ve heyecanla yeni bir hayat başlamıştı Elif için. Anda gördüğü, yaşadığı, hissettiği her şey anın durumlarıydı ve eski anlamları yüklemediği için hayatı her an bir keşifle yaşıyordu. Elif için “önce” ve “sonra” bir oyun; şu an ise çok gerçek ve eğlenceliydi. Ve Elif etrafını merak ve heyecanla seyrederek, keşfederek anlarını yaşarken bir aklediş daha yaşadı.Kendinedönen insanın karşısında gördüğü her insan ne konuşursa, ne söylerse kendi rüyasında kendi kabul edişlerini anlatıyor ve yaşıyordu.Yani kendi dünyasını yaşıyordu. Elif duyduğu hiçbir şeye inanmıyor, anlam yüklemiyordu artık. Çünkü Elif bütün aynalarını kırmıştı. Eskiden duyduğu her şeyden etkilenirken artık bir etki bırakmıyordu onda hiçbir söylem. Bu çok büyük bir özgürlüktü. Bu huzuru, bu rahatlığı iliklerine kadar hissediyordu. Elif tamamen uyanmıştı. Nereden mi biliyordu? Çünkü hiçbir sorusu kalmamıştı ve bir o kadar da hiçbir şey bilmemenin bilgeliğini  deneyimliyordu adeta…Nasıl olsa bir bilgiye ihtiyaç duyduğu anda zaten aklına düşecekti, emindi ve şüphesizdi ve her an bunun huzurunda yaşıyordu. Günlerce, saatlerce ve her anında öğrenme, okuma, araştırma yapan Elif, zamanla fark etti ki akledebildiği her hakikat hal olmaya başladıkça bilgiler buharlaşıp uçuyordu. Çünkü Elif artık hakikatin öğrenilen değil, hatırlanan, “ben biliyorum” demeye ihtiyaç duyulmayan bir hal olduğunu idrak etmişti. Öğrenmiyor, hatırlıyor; hatırladıkça da kendine dönüyordu… Artık okuyamaz, araştıramaz hale gelmişti, çünkü kendi içinden açılıyordu kolaylıkla gerçekler… Artık “Ben kimim?” yoktu. “Ben Ben’im ve Var’ım. Kimliksizce, hiç olarak Var’ım” diyebiliyordu. Yolculuğunun bir döneminde, yani sıfır noktasında, yani hiçbir şeyin anlamının kalmadığı ve her şeyin kendiliğinden olduğunu idrak ettiği boş vermişlik   noktasından çıktığını hissetmeye başladı ve bu farkındalığın çok büyük bir sorumluluğu olduğunu anlamaya başladı.

 

Kendini bilmesiyle doğayı, hayvanları, maddeyi, manayı ve en önemlisi muazzam bir sistemi olan insanı ve kâinatı idrak etti. Ve tüm bu sistemin mükemmel bir örüntüye sahip olduğunu, tek bir noktadan çıkıp görünmez bağlarla bağlı olduğunu ve bir insanın düşünceleriyle bu sisteme çok büyük eserler bırakabileceğini anladı. İşte bu anlayışla, otururken, yürürken, uyanırken  ne yaparsa yapsın, sisteme ektiği tohumların farkındalığıyla her an “Her şey olması gerektiği gibi, en mükemmel haliyle gelişiyor” fikrinde sabitledi kendini…

 

Yazmaya başladı Elif ,İnsan bir noktadır, sonsuz  şuurdan oluşan bir nokta…Beden hapsinden çıkabilen bir insan bu noktaya ulaşır ki, burası  ,kafatasının içinden düşünüyorum dediği et parçasının sınırlarından kurtulmulştur.Bu öylesine bir sınırdır ki savaş ya da kaç mantığıyla işleyen ,öğrenilmiş çaresizliğin sınırları içerisinde ,gerçek potansiyelinden bihaber, yaşadığını zan ettiği bir hapishane. Peki yüce Allahınben dünyaya halifemi göndereceğim diye işaret ettiği insan bu kadar basit bir sistemde olabilir miydi? İNSAN potansiyeli daha önce yaratılmış olan her şeyden daha muazzam bir sisteme sahiptir.Akl edebilen bir insan zaman ve mekanın olmadığını, dün ve yarının değil,An yani şimdinin gerçekliğini, ve bu gerçekliğe tamamen inançları doğrultusunda şahit olacağından emindir. Farkında olsun yada olmasın insan bu sisteme hizmet eder, inançları ve kabulleriyle. Bu nedenledir ki bir insanın inandığı ve kabul ettiği  her durum bir  döngüden ibaret olmaya başlar. Yüzlerdeğişir ama şahit olunan gerçeklik,insanın biliyorum dediği bilgilerle sınırlı kalır. İnsanlar uykudadır ölünce uyanırlar, ölmeden önce ölünüz diyen Peygamberimiz bu söylemiyle neyi kastetmiştir. Aslında bütün Peygamberler, bütün dinler, bütün alimler ve hak dinimiz ve Peygamberimiz ve dahi Kura-nı kerimimiz bize insanı işaret etmektedir. İnsan bilinç seviyesine göre aslında tek olan hakikati yorumlar ve bu yorumlar doğrultusunda şahitlik eder yaşama. İlim bir noktaydı bunu cahiller çoğalttı diyen Hz.Ali de galiba bunu çok güzel bir şekilde özetlemiştir. Bu noktada insanın gayreti dışarıdaki kaostan bir süreliğine uzaklaşıp kendine, içine, aslolana dönmek olmalıdır. Çünkü insanın gerçeği dışardan değil içerden açılmaktadır. İçerde ne varsa dışarda ona şahit olur. Sabırla içerdekileri gözlemleyen fark eden insan kendisine ailesine ve bütün kainata çok büyük izler bırakır diyerek devam ediyordu cümlelerine. Beyninde kalan hiçbir bilgi olmamasına rağmen dökülüyordu harfler…Harfler kelimelere, kelimeler cümlelere, cümleler paragraflara, paragraflarda kitaplara dökülecekti zamanla beklide…Kimse okumasa da biliyordu ki, onun aracılığıyla dökülen bilgiler insan şuurunda yerini alacak ve iz bırakacaktı. Ve Elif hiç olmanın hafifliği ve insanlığa yaptığı hizmetin bilgeliğiyle daimi huzurla yaşayacaktı.

Artık gördüğü her insanın bu sisteme, bilsin ya da bilmesin, hizmet ettiğinin farkındalığıyla “ben, sen, o” değil “biz” vardı sadece, şüphesizdi… Ve bu bilişle “yeni bir dünya” hayalleri başladı. Çünkü biliyordu ki bir insanın hayali milyonlarca insana ve zamanla tüm varlığa, yani kolektife yayılırdı.

Bir dünya düşünelim “biz” şuurundan; diyerek başladı hayallerine…

İnsanların kendini bulduğu, bildiği bir dünyanın varlığını düşünmek çok heyecanlandırmıştı Elif’i. Çünkü kendini bilen bir insanın daimî huzuru, mutluluğu, bolluğu, bereketi, sağlığı bulduğunu ve etrafına da bunu yayabileceğini gayet iyi biliyordu. O nedenledir ki tek hayali insanları uyandırmak oldu. Başka hiçbir şey gelmedi aklına. Başka bir şey gelemezdi çünkü insanlığın uyanması demek; doğanın, yeryüzünün, gökyüzünün, dünyanın, kâinatın uyanması demekti. Bu uyanışla, dünde yaşamak yarına kaygılanmak, eleştirmek, yargılamak, çalışmak, didinmek, güç ve para için savaşmak… Şu an kolektifte acı veren ne varsa, hepsinden özgürleşmek demekti…

Çünkü her varlık kendine verilen fıtratla olması gerekeni, olması gereken anda ve bütün güzelliğiyle çabalamadan kendiliğinden olacağının idrakiyle yaşayacak ve yaşatacaktı. Ve bilecekti ki insan, kurduğu hayalleri olduğu gibi ve olacağından emin bir şekilde, olmayacak olanın aklına bile gelemeyeceğinin rahatlığıyla güven ve teslimiyette kendi cennetini yaşayacaktı. Kendini bir şey zanneden insan, hiçliğini bilecek, hiçliğini bilen insan da bir şey olmaktan vazgeçerek, her şey olduğunu akledecekti… Ve bu akledişlehayallere bile sığdıramayacağı yeni bir dünya ‘’BİR’’likteyaşanacaktı. İnsanın bilerek KUR’AN bir şuurla kurguladığı bir bilim kurgu filmi, muazzam olmaz mıydı…Şimdilerde,yapay zeka denilen teknolojinin mükemmelliğineşaşırmak, imrenmek yerine tamamen doğal zeka olan insanlığın gerçek potansiyeline uyanması ve hakikatini yaşaması…

Öyle ya yapay zeka da bir düşüncenin, bir hayalin ortaya çıkmış hali değil miydi? Bir insandan çıkan hayal bu kadar muazzam bir sisteme sahipse, bunu düşünen bir insan nasıl bir sisteme sahipti. Bütün sınırlamalardan özgürleşebilen bir insan ,bu teknolojilere imza atabilen bir insan sadece bir kafatasının içinden düşündüm dediği alandan mı yoksa nokta dediğimiz sonsuz şuurdan mı besleniyordu. O sonsuz şuur her insanın  potansiyelinde ‘’ZAT’’en var olan, gayret gösterdikçe açılan, ‘’AKL’’edilen, ‘’AKL’’edebilene de, şuan inanamayacağımız bilgilerin açılacağı bir alan. Aslında insanın yaşadığınızannettiği her şey, olması gereken noktaya gelmesi ve TEKBİR olan hakikatine uyanması için değil miydi? Bencillikten çıkıp, birlikten doğan gerçeği yaşamak BİZİM Hakkımız değil miydi?

‘’Kim bilir… Bakalım Mevlam neyler, neylerse güzel eyler’’…

Önerilen Yazılar

Article Image

"Evet bir gün daha bitti! Sahi nasıl geçti?"


favorite 2 visibility 5 bookmark
Article Image

Zacharius Usta - Kitap Analizi


favorite 3 visibility 6 bookmark
Article Image

“Hiçlik” Varlığın ve Yokluğun Dansı


favorite 5 visibility 12 bookmark
Article Image

Nedensiz de Sevilir


favorite 2 visibility 3 bookmark

Yorumlar