Hiç Hikayene Baktın Mı?
Başrol bazen esmerdir, bazen sarışın. Bazen doktordur, bazen mühendis. Bazen bir sanatçı, bazen bir öğrenci. Bazen hastadır, bazen ise oldukça sağlıklı. Bazen aşırı sosyaldir; insanların arasındayken parlamayı sever. Bazen ise tek istediği bir odada tek başına vakit geçirmektir. Bazen mutludur, hem de hiç olmadığı kadar. Bazen ise ne hissedeceğini bilemeyecek kadar durgundur. Bazen başarılıdır, hem de yaptığı her işte. Bazen ise üst üste başarısızlıklar yaşar, düşer, kalkar, yeniden dener. Bazen ne yaptığını çok iyi biliyordur. Bazen ise öyle bir boşluktadır ki bir noktaya dalar ve sürekli düşünür. Bazen yaptığı işten memnundur, kimsenin onayına ihtiyaç duymaz. Bazen ise yolunun kendisine ait olup olmadığını dahi anlayamaz.
Sorarlar ya bazen, hani "Kim olduğunu biliyor musun?" diye. Bildiğimizi sanıyoruz çoğumuz; gideceğimiz, üzerinde olduğumuz yolu, hikayemizi. Ama bence kendimize “Neden?” diye sormadığımızdan, aslında bize ait olan bir yaşamı yaşamıyoruz.
Doğuyoruz. Çoğumuz, ne kadar ilgili olurlarsa olsunlar, genellikle sadece yaşamsal ihtiyaçlarımızı karşılamayı yeterli gören insanlar tarafından büyütülüyoruz. Bu yüzden aslında birçok şeyi büyürken anlayamıyoruz, hissedemiyoruz. Eksik kalıyoruz, ama bunun farkında bile olmuyoruz.
Okula gidiyoruz ve yolumuzun orada başarılı olmak olduğuna inanıyoruz. İçinde bulunduğumuz çevrede bu yarışta en önde olmamız gerektiği fikrine alıştırılıyoruz çoğumuz. Ama sonra... Sonra büyüyoruz. Artık sormaya başlıyoruz: Bazen silik silik, bazen öfkeyle, bazen bir fısıltıyla, bazen de kalbimizde hissettiğimiz ince bir sızıyla “Bunu neden yapıyorum ki?” diyoruz.
Kendi adıma konuşmam gerekirse, ben bu soruyu çok uzun süre içimde hissettim. Ancak onun varlığını net bir şekilde kabul etmek benim için inanılmaz bir farkındalık oldu. Hayır, hayatım aniden değişmedi. Her şey bir anda yerine oturmadı. Ama zihnime ağırlık yapan o yük, yıllar sonra ilk kez tüy gibi hafifledi sanki. Bu his, yaşadığımın gerçekliğini ilk kez bu kadar net hissettirdi.
Bu soruyu sormak, bana göre en çok “özgürlük” hissiyle tanımlanabilir. Tüm beklentilerden, baskılardan, isteklerden, bakışlardan kurtulmak gibi bir şey bu. Aslında yapmak istemediğimiz şeylerin üzerimizde neden bu kadar etkili olduğunu sorgulamakla başlıyor. Çünkü bu ağırlığı en çok, ait olmadığımız yolda, ait olmadığımız insanlarla, bize ait olmayan başarıların, isteklerin, geleceğin peşinden gitmek oluşturuyor.
Elbette, bu hissi yaşatan her şeyle veya herkesle bağımızı bir anda koparmak kolay değil. Ama hayatın bize ait olan kısmı, olduğumuz gibi hissetmekle başlar. Hayata gösterdiğimiz benliğimizle, “Ben buyum ve sen bana benim gibi olanı, bana ait olanı vereceksin,” demektir bu. Kim olduğunuzu kelimelerle tarif etmek zorunda değilsiniz her zaman ama hissetmek zorundasınız, kimseniz onu.
Saçınızın rengini değiştirebilir, farklı bir meslekte ilerleyebilir, artık o başarılı öğrenci olmaktan başka hedefleriniz olduğuna karar verebilir, yepyeni hobiler edinebilirsiniz. Arkadaşlarınızla artık birbirinizden çok farklı olduğunuzu fark edebilir, ayrılıklar yaşayabilir ve yeni bağlar kurabilirsiniz.
Başrol sizsiniz. Kimseye bağlı olmadan istediğiniz karakter olabilirsiniz. Hayatınıza karşı tek sorumluluğunuz ise, olduğunuz insanı göstermektir. Çünkü kendinizi göstermeden, size o kişi gibi davranmasını bekleyemezsiniz.
Yorumlar