İçerik Resmi

KADIN KÖK SALDIĞINDA


favorite 0 visibility 5 bookmark 0




KADIN KÖK SALDIĞINDA


Sabahın ilk ışıklarıyla uyandı kadın. Gözlerini açamadı ama hissetti, gün çoktan doğmuştu. Herkesten önce uyanmalı, kalanların hazır bulmaya alıştığı düzeni bir an evvel oturtmalıydı. Uykuya dalarken bile aklında kalan işler bir bir yapılmalıydı. 

Önce gözlerini ovuşturacak, sonra ayak parmaklarını oynatacaktı. Son kez gerinip doğrularak, terliklerini giymek üzere yataktan kalkacaktı. Ama o da ne? Kollarındaki ağırlık ellerini hareket ettirmesine engel oluyordu. Ayaklarına baktı; onlar da hareketsizdi. Felç gibiydi. Ancak felç olamazdı, çünkü perdenin aralığından vuran yakıcı güneşin sıcağını fazlasıyla hissediyordu. Gözlerini açmadığı sürece anlayamayacaktı ama korkuyordu. Vücudundaki bu enkaz ağırlığı neyin nesiydi?

Korkarak da olsa ağırlaşan göz kapaklarını kaldırdı. "Rüyada olmalıyım," diye düşündü. Etrafı envai çeşit ağaçla doluydu; burası bir orman olmalıydı. Peki, kocası neredeydi? Asıl çocukları? Onları hemen görmeliydi. Eğer onlar da ağaca dönüşmüşse, bu koca ormanda onları nasıl tanıyacağını bilemedi. Yeniden gözlerini kapatmayı denedi. Bu rüya bitsin artık istiyordu. Kalkıp kahvaltı hazırlayacak, kocasını ve çocuklarını yolcu edecek, uzun süre sonra ilk defa kuaförde uzun uzun işlemler yaptırıp biraz da kendini şımartacaktı. Acilen uyanmalıydı. Ama yok, gözleri kapanmıyordu. Kirpiklerinin değil, rüzgarda salınan yaprakların gölgesi düşüyordu gözlerinin önüne.

Bedenini yoklamak istedi. Kökleriyle sımsıkı toprağa bağlanmış bir ağaç gövdesiydi gördüğü. Dibinde yabanıl otlar ve mantarlar vardı. Kollarını aramak nafileydi çünkü onlarca dal göğe uzanıyordu. Üzerinde yapraklar o kadar yoğundu ki, baktığı yerden bulutları göremiyordu. Tek hissettiği, uyanırken bedenine vuran kavurucu güneşti.

Ormanın sessizliğinde kendini aramaya koyuldu. Kadın haliyle de buralarda bir yerde olmalıydı. Ruhu sanki bir ağaca takılı kalmıştı. Bir an silkinip üzerindeki kuru dalları atmak istedi. Ama o işi rüzgarın yaptığını görünce sevindi. Rüzgar şiddetini artırdıkça, savurduğu uzun saçları aklına geldi. Saçlarını toplamayı sevmezdi; omuzlarının üzerinden akıp yürürken havalanmasını çok severdi. Sonra dallarını rüzgarın ahengine teslim etti; ormanda yükselen sesle hafifçe dans eder gibiydi. Sevmişti bunu. Ağaç olmakla kadın olmak arasında çok da fark yokmuş diye düşündü.

Tekrar çocukları geldi aklına. Buralarda olduklarından emindi. Çevresindeki küçük ağaçlar onlara benzemezdi; türleri ve biçimleri çok başkaydı. Mantarlar da değillerdi belli ki. Yeniden bedenini yokladı. Rüzgarın savurduğu, sarsılan ve sanki canını yakan iki taze dal vardı. Çok tazeydi onlar. Evlatları olmalıydı.

İki genç dal...
 Kökünden biraz yukarıda, gövdesine en yakın yerden göğe doğru uzanıyorlardı.
 Ne çok şey benziyordu onlara: İlk emekleyiş, ilk kelime, ilk ateşli gece uykusu...
 Şimdi ise sadece rüzgârla savrulan iki ince dal. Kırılgan ama hayatta; savunmasız ama canlı.

Tam o anda ormanı saran rüzgar hızlandı; önemsiz gibi görünen ama içinde dev fırtınalar barındıran bir rüzgar. Yapraklar savruluyor, dallar şiddetle sallanıyordu. Kadın, ağaç olarak dimdik durdu. Her dalı, kendini savunan bir kol gibi göğe uzandı. İki genç dal...
 Kadın onlara baktı. Gövdesine en çok onlar acı veriyordu çünkü en çok onlara can vermişti.
 Onları korumak için ne kadar eğilmesi gerekiyorsa eğildi. Kökleri daha da derine indi o an, toprağı yararcasına. Neredeyse o iki dalı kovuğunda saklayacak, rüzgar onlardan koparıp uzağa savurmasın diye. 
Bir süre sonra rüzgar yavaşladı. Kadın telaşla taze dallarını yokladı. Yerli yerinde durduklarını görünce rahatladı. Ardından kalan kısmına baktı; üzerindeki kuru yapraklar uçup gitmiş, yeşil yapraklar ihtişamla güneşe göz kırpıyordu.

Aklına geldi, kocası da buralarda olmalıydı. Hemen arkasındaki devasa ağaç olabilir miydi? Kökleri neredeyse toprağın yüzeyine kadar çıkmış, dört koldan ilerleyerek onun kökleriyle birleşmişti. Kadının göğe doğru uzanan dallarının aksine, bu ağacın dalları şemsiye gibi yanlara uzanıyordu. Bir kısmı taze dallarının üzerine doğru uzanmıştı bile. Evet, evet; ormandaysa kesinlikle o ağaç onun kocasıydı. Gerçek hayatta olduğu gibi burada da tepkisizce duruyordu.
Bunu düşününce yeniden dikleşti, hafifleyen rüzgara teslim etti saçlarını ve etrafa bakındı. Diğer ağaçlara kıyasla ne kadar zarif ve güzel olduğunu fark etti. Ormandaki en güzel ağaç olabilirdi hatta. Keşke bir ayna olsa diye düşündü. Doya doya güzelliğine bakmak istedi. Sonra yeniden kendini güneşin yaydığı ışıklara teslim etti.
Güneş ışıkları gözlerini kamaştırdığında, birden kökünde bir kıpırdanma, bedeninde hafif bir rahatlama hissetti.
 Gözlerini yukarı dikti; göğe uzanan dalları ve yaprakları yoktu. Odadaki pervaneli lamba hızla dönüyordu. Sesi, az önceki şiddetli rüzgarın sesiyle aynıydı. Rüya ile gerçek arasında bir yerde ayağa kalktı. Terliklerini giydi ve aynaya doğru yürüdü.  Sanki hâlâ kökleriyle yere sıkıca bağlanmış gibiydi; güçlüydü. Ama rüzgâra kapılıp dalları kopacak kadar da kırılgandı. 

Bir an önce aynada kendine bakmak istedi... Hem güçlü hem güzel olma arzusu, hem ağaçlara hem kadınlara mahsus olmalıydı.  Aynaya baktı, güzeldi. Ormandaki o güzel ağaç kadar... hem de.


 


 

 
 

Önerilen Yazılar

Article Image

Berber, Dişçi, Sünnetçi


favorite 0 visibility 22 bookmark
Article Image

üçte ikisi kadar aşağıya / III


favorite 0 visibility 6 bookmark
Article Image

Kuşların Ardında Kalanlar


favorite 2 visibility 16 bookmark
Article Image

EFSUNLU YALANLAR


favorite 0 visibility 2 bookmark

Yorumlar