O zamanki ben artık yoktu.
Onu kaybettiğim anın tam olarak ne zaman olduğunu hatırlamıyorum.
Büyük bir sarsıntı değildi. Daha çok sessiz bir değişimdi bu.
Bir yaprağın ağır ağır yere inişi gibi…
Fark etmeden ama kaçınılmazca.
Geriye bakınca anlıyorum: İçimde hâlâ onun yankısı var, ama sesi çoktan kısılmış.
Bugünkü ben, o eski hâlimi düşününce, sanki bir başkasını hatırlar gibi oluyor.
Yüzü tanıdık… ama adı dilimin ucunda.
Sanki bir zamanlar çok sevdiğim bir şarkıyı artık ezbere söyleyememek gibi.
Kafamın içinde çalıyor ama sözlerini hatırlayamıyorum.
Çağırsam, dönüp bakmazdı.
Sesimi tanımazdı.
Benim şimdi neye güldüğümü, neye üzüldüğümü bilmezdi.
O çok daha başka şeylerin peşindeydi.
Bir hayalin, bir umudun, belki bir çocuğun düşlerinin…
Ben de ona bakınca başımı çeviriyorum.
Çünkü o hâlimi anlamak artık zor geliyor.
Onun heyecan duyduğu şeyler, şimdi bana uzak.
Kırıldığı şeyler ise, artık gülüp geçtiğim alınganlıklar.
Bazen düşlerimde çıkıyor karşıma.
Gözleri geçmişin parıltısını taşıyor, sesi zamandan bağımsız...
Ama ben konuşmaya korkuyorum.
Çünkü biliyorum: O hâlime hiçbir şey anlatamam.
Ben orada duruyorum, biraz daha durgun, biraz daha yorgun.
Sanki ikimiz aynı hayatı yaşamamışız gibi.
Belki de insan dediğimiz şey, tek bir ben’den ibaret değil.
Zamanla kabuk değiştiren, yavaş yavaş yönünü bulan, birbirinin içinden geçen onlarca benlikten oluşuyor.
Hepsi bir zamanlar bendim.
Ama şimdi, bazıları sadece içimde usulca yankılanıyor.
Ne tam unutuldular, ne de hâlâ varlar.
Sadece... biraz uzaklaştılar.
Yorumlar