Tasavvuftaki suskunluk, konuşmaktaki yorgunluktan değildir! Boş lafın girdabına kapılmamak ve cahilin içindeki çalkantıya dâhil olmamaktır. Şems-î Tebrîzî der ki:
"Sükûtun da bir sesi vardır. Onu duyacak yürek lâzım."
Sükûtun sesi, dış dünyadan gelen gürültüye rağmen kalbin özüne yönelen ince bir titreşimdir. Bu titreşim sabırla, tevekkülle ve derin bir teveccühle beslenir. Bugün zannedilen gibi "eziklik", ya da "delilik" değildir sükût. Sükûtun sesini duymak da her kulağa nasip olmaz. Bu suskunluk, acizliğin değil, idrakin nişanıdır. Sözün kendisini aştığı yerde başlar. Şöyle ki, bilgelik her zaman anlatmakta değil, anlatmamakta gizlidir. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî der ki:
"Cahiller karşısında kitap gibi sessiz ol. Kargalar ötmeye başlayınca bülbüller susar.”
Cahilin karşısında susmak, acizlik değil; hikmettir. Çünkü her söz, yerini bulmadığında israf olur. Kitap gibi susmak, bilgiyle dolu olup da onu her an, her yere saçmamak demektir. Zamanı geldiğinde açılan bir sayfa gibi, söz de yerini ve vaktini beklemelidir. Kişi, sükûtun yerini bildiğinde nefsini terbiye etmiş, kalbini hikmete açmış olur. Olgunluk, susulacak yerde susabilmektir. Bu yüzden sûfîler, sükûtu bir ibadet gibi görmüş; kelâmı ise ancak hikmetle süslendiğinde dile getirmiştir. Konuşmak bir beceri olabilir; fakat sükût, bir irade ve zarafet ister. Çünkü susmak, sadece kelimeleri yutmak olarak nitelendirilmemeli; susmak, gönlün dile gelmesidir. Kalp konuştuğunda, dil susar. Gönül uyandığında, kelâm suskunluğa teslim olur.
Her sükût, aynı zamanda bir vuslat özlemidir. Hakk’a ulaşmak, kelimelerle değil, hâl ile mümkündür. İnsan ne zaman susarsa, içindeki sesleri işitir; ne zaman içindeki sesleri işitirse, ilâhî davete kulak verir. İşte o zaman, sükût bir vuslat çağrısına dönüşür.
O davetiye geldiğinde güzel insanların acıları diner, İçsel sessizlik ne kadar derinleşirse, vuslat-ı ebedîye o denli doyulur.
Harfsiz bir dua, sessiz bir aşk, görünmeyen bir cemâl… Susuş, sadece bir duruş değil; ilâhî huzurun önünde eğilmektir.
Sonunda, en çok sustuğunda duyulursun, en çok sustuğunda sevilirsin. Ne zaman ki kul nefsini susturup kalbini tezkiye ile arındırır, sükûtun hikmetiyle Hakk’a yönelirse; işte o vakit, nazargâh-ı ilâhî olan gönüle Rahmân’ın nazarı iner, ve kalp, Allah’ın rahmetinin dokunduğu bir nokta olur.
Susmak, ilâhî vuslatın kapısını aralayan en derin selâmdır; kelimelerin ötesinde kalbin nuruyla dolar, huzurla vedalaşır. Bu sessizlikte yürürken her adımında aşk ve sükût hep yol arkadaşımız olsun!
“hoşgörün” efendim…
Yorumlar