Sebepsiz bir hüzün kaplar bazen içimizi. Aslında sebepsiz de değildir de bir türlü bir sebebe bağlayamayız halimizi. Bal gibi biliriz de bilmezden, görmezden, duymazdan geliriz ahvalimizi. Hani dillendirip ortaya çıkarırsak daha da büyüyüp dev bir karabasan gibi üstümüze çökeceğinden korkarız. Biz üstünü örtmeye çalıştıkça örtüyü daha büyük bir güçle ve hevesle yırtıp ortaya çıkma eğilimindedir hüzün. İyi de yapmaktadır aslında. Bize kalsa köşe bucak en kuytularda saklayıp kurtulacağımızı sanırız. Ama ortaya çıkarsa ancak sükun bulur ruhumuz.
Ne mutlu varsa halimizi soranımız , hüznümüzün farkına varanımız. Hüznün kendini ortaya atmasının nedeni budur çünkü. O omzumuza dokunan eli, " neyin var" diyen sesi bulmak. Aradığımız, beklediğimiz, hüzün bulutlarını dağıtacak bir nefestir aslında. Bir yâr ya da yârendir gönlümüzün şifası. Peki yâr mıdır yâren midir ruha iyi gelen? Yani sevdiğin yeter mi kalbini onarmaya yoksa sevildiğini anladığın, hissettiğin insan mı merhem olur yarana? Yârin ile yârenlik etmek en tatlısı olmalı o zaman.
Bazılarıyla oturup saatlerce konuşup dertleşebilirsin, anlatabilirsin kendini. Dinler seni, anlar da belki. Ama sen söylemeden içini gören, seninle hemhâl olan birinin kıymeti gibi yoktur asla. Kelimeler sen söylemeden kalbinden kalbine yol olur akar gider. Halin onda vuku bulur da tüy gibi hafiflersin bir anda. Üzerine çöken hüznü birlikte sırtlanmışsınızdır artık. Hele de çok konuşmayı beceremeyen biriysen seni bu dertten de kurtarıverir. İşte hüzün, sebebi her ne idiyse önemli değil, seni anlayana, kalbin dokunana, omzundaki ele ulaştırır.
Yorumlar