Haddinden fazla kapalı bir havanın beni karşıladığı bir gündü. Bulutlar kah hüngür hüngür ağlıyor kah somurtarak oturuyorlardı. Kapalı havanın da kendine göre müdavimi çoktur ama ben sevmediğime eminim. Bu düşünceler eşliğinde mutfaktaki minik ahşap masamda oturuyordum. Ve akşam olsun diye gökyüzünün gözüne bakıyordum. Gün batışının bir tablo gibi duruşu bana umut aşılıyordu. Hatta aşıladığı bu umut, güzel bir şeye vesile olmuştu. Yerinden kıpırdamaya korkan bacaklarıma ışık olmuştu. Artık dışarı çıkacak cesaretim vardı. Adımımı attım. Nereye gideceğimi bilemeden rotasız yönsüz bir biçimde uzun bir süre durdum. Kaç saniye ya da kaç dakika öyle durdum bilmiyorum ama sonunda tüm aidiyetimin sorumluluğunu ayaklarıma bıraktım. Ayaklarım beni o her zamanki kahverengi büyük kapının olduğu sokağa yöneltti. Her zamanki kahverengi kapı… Evimin bulunduğu sokağın 2 üst sokağındanki biraz gizemli nispeten karanlık metruk bir evin kapısı bahsi geçen kapı.
Durdum o kapının önünde. Hatta yetmedi biraz da oturdum. O güne kadar kafam attığında gelir kendi içsel oturma eylemimi yapar ve giderdim. Kapıyı açmayı, içeride ne olduğunu ne sorgulamıştım, ne de merak etmiştim. Bugün ilk defa zorladım kapıyı hemencecik açıldı. Oysa hiç denememiştim daha önce açmayı. İlk defa geçtiğim kapının ardı karanlığa rağmen yıkık dökük olduğu belliydi. İlerledim anlamsızca yürüdüm. Bir kağıt çarptı gözüme. Almam gerektiğine çok emin bir şekilde kağıdı aldım. Tedirginlik ya da herhangi bir duygudan ari aldım ve kağıdı açtım. Güçlükle okuyabildiğin bir el yazısı çıktı karşıma: "Vakasın sen, yüzleş patolojinle!"
* Vakanüvis, Arapça vak'a ve Farsça nuvіs kelimelerinden gelen, zuhur eden olay, hadise ve durumları yazan manasına gelen ifadedir.
Yorumlar